Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde bir makale kaleme aldı. Kılıçdaoğlu, yazdığı makalede Çin’in devlet planlamasındaki hamlelerini övdü.
Kılıçdaoğlu’nun makalesi şu şekilde:
“Sağlıklı bir planlamayla kaynaklarını en verimli şekilde kullanmayı başaran ülke… Üniversiteleri bilgi üreten ülke… Yetenekli gençlerini dünyanın en önemli üniversitelerine göndererek “yüksek yetenek inşası”nı sağlayan ülke… Bir teknoloji devi olma yolunda hızla ilerleyen ülke… Enerji kaynaklarının yetersizliğine rağmen bir “kalkınma makinesi”ne dönüşen ülke… Evet, kısaca Çin’i böyle tanımlayabiliriz.
Çin, “yüksek yetenek inşası” ile teknolojideki hızlı gelişmeye uyum sağlamış, bilimde-teknolojide dünyanın önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. İzlediği politika, nüfusuyla bir zamanlar dünyanın sayılı tüketim merkezi olarak görülen Çin’i, bugün dünyanın sayılı üretim merkezlerinden birine dönüştürmüştür… Batı’nın üretim devleri, Çin pazarına girmek için yarışmakta ve Çin bu yarışı kalkınma sürecinde avantaja dönüştürmektedir. Bu süreç Çin’i dünyada önemli bir aktör olarak ortaya çıkarmış ve dolayısıyla “çok kutuplu dünya” kavramının siyaset dilinde kullanılmasını sağlamıştır.
15 Kasım 2023 tarihinde ABD’nin San Francisco kentinde yapılan “Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Zirvesi”inde ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping buluştular. Bu buluşmada Biden, iki ülke arasındaki “rekabetin çatışmaya dönüşmemesini” isterken Şi Cinping, bu buluşmayı “dünyadaki en önemli ikili ilişki” olarak tanımlamıştır. Dört saat süren bu buluşma Çin’in Asya-Pasifik ekseninde geldiği önemli aşamayı göstermektedir. Hatta Şi Cinping, bir anlamda dünyadaki güç paylaşımına değinerek “dünya iki ülke için yeterince büyük” vurgusunu da yapmıştır. Amerikan iş dünyası yöneticilerinin Şi Cinping’i ayakta alkışlamaları ise Çin’in ABD iş dünyası açısından da vazgeçilmezliğini göstermektedir. Çünkü Çin’in bugün dünya ekonomisindeki payı -enerji kaynaklarının yetersizliğine rağmen- ABD’yi yakalamış durumda… Açıkçası, küreselleşmeden en çok yararlanan ülkelerin başında Çin gelmektedir. Dolayısıyla Çin artık yükselen bir güç değil, aynı zamanda dünyayla rekabet eden bir güce dönüşmüş durumda…
İçeride bir kalkınma makinesine dönüşen Çin, “İpek Yolu Projesi”yle Orta Asya-Kafkaslar ekseninde (Avrasya) Karadeniz ve Akdeniz’e bağlanmak istemektedir. Tarihteki İpek Yolu’nun canlanmasının Çin ekonomisine ciddi katkılar yapacağını hepimiz biliyoruz. Bunun jeopolitik ve jeostratejik açıdan da önemi yadsınamaz. Türkiye’nin de bu projeden büyük yararlar sağlayacağı kesin. Buradaki kritik soru şu: Afganistan’daki rejim değişikliği bu projeyi nasıl etkileyecektir? Bunu zaman gösterecektir.
Çin’in sadece Asya-Pasifik’te değil, Afrika’da da önemli bir güç olarak kendisini gösterdiğini biliyoruz. Devletlerin iç işlerine karışmayan, hatta yönetimlerine saygı duyan Çin, yatırımlarıyla Afrika’da en güçlü aktör konumunda. 100 bini aşkın Afrikalı üniversite öğrencisi Çin’de eğitim görüyor. Ayrıca Afrika’yla olan ticareti de her yıl artarak devam etmektedir. Batılıların koloni döneminden kalma olumsuzlukları da Afrikalıların Çin’e sempatiyle bakmalarını sağlıyor…
PETROL SAVAŞLARINDAN ÇİP SAVAŞLARINA…
Winston Churchill, 1936 yılında İngiliz Avam Kamarası’nda İngiltere’nin çıkarlarını anlatırken kullandığı şu cümle hayatidir: “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.” Bu düşünce 20. yüzyılda yaşanan petrol savaşlarının gerekçesidir. Petrol üreticisi ülkelerin yaşadıkları büyük acıların kaynağı aslında sahip oldukları petroldü. Ama günümüzde yeni bir savaş yaşıyoruz… Çip savaşları… Bu savaşın özelliği petrol savaşlarına benzememesidir. Çünkü petrolün çıkarılacağı coğrafyayı değiştiremezsiniz. Petrolün olduğu coğrafyayı ya elde edeceksiniz ya da kontrol edeceksiniz… Açıkçası egemen güçler petrolün olduğu coğrafyayı acı bedeller ödeterek kontrol ettiler ve etmeye de devam ediyorlar. Oysa çip, petrol gibi doğal bir ürün değil. Dolayısıyla çipin nerede üretileceğine biz karar verebiliriz. Bunun yolu, bilim insanlarının yaptıkları çalışmaların teknolojiye aktarılmasıdır. Yani çip savaşını kazanmanın yolu bilgi üreten insanların ülkesi olmaktır. Bir başka anlatımla “yüksek yetenek inşası”nı sağlamaktır. Konunun ekonomik önemini vurgulamak için bir de rakam verelim… Bir trilyon dolarlık bir pazardan söz ediyoruz… 170’ten fazla sektörü doğrudan etkileyen bir ürün… Bugün için küresel çip üretim kapasitesinin yaklaşık yüzde 77’si Tayvan, Çin, Güney Kore ve Japonya’da. ABD ise küresel üretimin sadece yüzde 13’üne ev sahipliği yapıyor. Tayvan’ının çip üretiminde baskın bir ülke olarak varlığını sürdürmesi bu ülkeyi ABD ve Çin arasındaki jeopolitik gerilimin merkezine oturttu. Ve ABD gelişmiş çiplerin Çin’e satışına yasak getirdi… Çünkü en güçlü çipler, yapay zekâ gibi ileri teknolojilerin yanı sıra hipersonik füzeler ve gizli savaş uçakları gibi en son silahların geliştirilmesi için de büyük önem taşıyor. Bu arada Çin ile Tayvan ilişkilerinin son 40 yılın en gergin ve en kötü döneminde bulunduğu da bir başka gerçektir.
Bu gelişmeler ABD’nin çip üretiminde yeni bir politika oluşturmasına yol açtı. Politikanın ana ekseni güvenlikti… Virginia Demokrat Senatörü Mark Warner, “Çin ile Tayvan arasındaki artan gerilimleri gördüğümüzde, en azından ordumuz için satın aldığımız dünyadaki en son teknoloji çiplerinin hepsinin Tayvan’dan geldiğinin farkına vardık ve bu meselenin yurtiçinde halledilmesi için adım attık. Çünkü Tayvan, potansiyel olarak Çin komünist devletinin askeri tehdit ve ablukası altında, bu bizim için büyük ölçüde yıkıcı olabilir, ulusal güvenlik ile ekonomik risk teşkil edebilir” diyordu… Ve sonuçta ABD Başkanı Joe Biden, 9 Ağustos 2022’de “Çip ve Bilim Yasası”nı imzalayarak yürürlüğe koydu. ABD 40 milyar dolarlık yatırım yapacağını da açıkladı…
Kuşkusuz tüm bu gelişmeleri AB de yakından izliyordu. Avrupa da 1 trilyon dolarlık çip pazarından payını almak istiyordu. Hem teknolojide liderlik hem de çip ticaretinde arz güvenliğini sağlamak için “Avrupa Çip Yasası” 21 Eylül 2023 tarihinde yürürlüğe koyuldu. Ana hedef doğal olarak çip üretiminde dışa bağımlılığı minimum düzeye indirmek. Bu amaçla kamu ve özel sektör eşgüdümünde çip yatırımları için yaklaşık 43 milyar Avroluk bir destek sağlanması planlanmıştır.
VE TÜRKİYE
1.5 milyara yaklaşan nüfusuyla Çin, bir kalkınma makinesine dönüşürken Türkiye ise ekonomide ve teknolojide beklenen gelişmeyi sağlayamadı. Çin, tarihinde ilk kez kişi başına düşen milli gelirde (2018 yılından itibaren) Türkiye’yi geçti… 1983’e kadar kişi başına düşen milli geliri Güney Kore’yi geçen Türkiye, 1983’ten itibaren Güney Kore’nin de gerisine düştü…
1992’de mikroelektronik teknolojisinin Türkiye’ye kazandırılması yolunda yapmakta olduğu çalışmalar dolayısıyla TÜBİTAK Hizmet Ödülü ile ödüllendirilen Prof. Dr. Duran Leblebici Türkiye-Güney Kore gerçeğini şöyle anlatır:
“Güney Kore ve Türkiye bundan 30-40 yıl önce yola çıktığımızda aşağı yukarı aynı yerlerdeydik. Kore belli alanlara bilinçli bir şekilde yoğunlaşarak hem devletin hem sanayi kuruluşlarının aynı doğrultuda akması sonucunda bu yerlere geldi. Türkiye hâlâ savruk davranıyor.” (5 Şubat 2014)
DAHA ACI OLANI İSE VİETNAM ÖRNEĞİDİR
Bilgi ve iletişim teknolojileri ürünleri ihracatında 2002’de sadece 500 milyon dolarlık ihracat yapan Vietnam, 20 yılda bu ihracatını 137 milyar dolara çıkarmıştır. Türkiye ise 20 yılda 1.6 milyar dolar olan ihracatını ancak 2 milyar dolara çıkarabilmiştir… (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Prof. Dr. Ercan Uygur – t24 – 28 Eylül 2023)
Türkiye ile Vietnam, Güney Kore, Çin arasında yaratılan bu uçurumun sorumlusu kim? Kuşkusuz bunun sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir. Oysa devlet inovasyon politikalarını yönlendirmede etkin rol üstlenerek yenilikçi ve risk alıcı bir aktör konumuna gelebilirdi. Çünkü günümüzde devletler yeni teknolojilerin ve sektörlerin gelişimini sağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik etmektedirler. Hatta bu teşvikleri çıkardıkları özel yasalarla (ABD ve AB örneğinde olduğu gibi) güvence altına almaktadırlar. Yani devlet pasif bir düzenleyici güç olmaktan çıkıp aktif bir inovasyon gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda Türkiye de benzer sıçramayı kamunun öncülüğünde yapay zekâ teknolojileri ile yapabilir. Üstelik yapay zekâ teknolojilerinin maliyeti, eşiği dijital teknolojilerden daha düşüktür. Bunun temel yolu da üniversitelerin bilgi üretmesidir. Üniversiteleri bilgi üretmeyen bir toplumun ise geleceği yoktur… Artık herkes şunu çok iyi anlamalıdır: Üniversitelerinin bilgi üretmesine engel olanlar, ülkelerine karşı ihanet içindedirler.”